“KISKANÇLIĞIN SONUNDA, AŞKIN YOLUNDA, ŞEFKATİN UĞRUNDA BİR ÖMÜR” 3.Bölüm ” Sevgisini İliklerimize Kadar Hissetmemizi Sağlayan His: Şefkat! “

23 Mayıs 2020 23 Yazar: ufukcamci

Anne ya da babanın çocuğuna duyduğu, en küçük canlıya bile sevgi nazarı ile bakmamızı sağlayan, karşılığı olmayan, fedakarlığı çok bol olan, acılarda dayanma gücü bulan, sevgisini iliklerimize kadar hissetmemizi sağlayan his: Şefkat .

Bir babanın evladına olan şefkati. Hasret uyandıran, yürek parçalayan, gözleri dağlayan bir sevgi ve özlem seli.

Çocuk sahibi olan herkes bilir. Evlat baldan tatlıdır derler ve evlat kokusunun cennet kokusu olduğunu söylerler. Nasıl ki kaburgalarımız derimizin altında, istesek de çıkaramayız, onunla beraber canımız da çıkar. İşte evlat da böyle değil mi? Ayıramayacağın, çıkaramayacağın, koparamayacağın bir parçandır. En büyük ve en önemli parçandır hatta. Hz. Yakup Efendimizin hasreti de işte böyleydi. Rüyasında da görmüştü hatta Yusuf’ unu, on tane kurdun saldırdığını ve onu yemeye çalıştığını. Rüyasından uyandığında ter içindeydi. Ürpermişti, korkmuştu, tedirgin hissetmişti. Nasıl hissetmesindi? Biricik Yusuf’ uydu o. Canının canıydı, can damarıydı. Yusuf da daha önce rüya görmüştü. On bir yıldızın, Güneş’ in ve Ay’ ın ona secde ettiğini ve bu rüyayı babasına anlatmıştı. Babası bu rüyayı kimseye anlatmaması konusunda iyice tembihlemişti. Kardeşleri konusunda ise uyarmıştı. Yalnızca Yusuf’ unu korumak istiyordu, bir babanın evladına olan şefkatiyle. Ama kardeşlerinin annesi tüm söylenenlere istemeden de olsa kulak misafiri olacak ve duyduklarını diğer kardeşlerine anlatacaktı .

Hz. Yakup’ un ve Yusuf’ un hasret yolculuğu bu adımla başlayacak ve ucu bucağı olmayan bir yola dönüşecekti. Peygamber olması acısını dindirmeyecek, hafifletmeyecek, hasretine engel olamayacaktı. Yalnızca sabrı, selameti ve duayı ihmal etmemeyi gerektirecekti. Acı, acıydı sonuçta, evlat evlattı, hasret de hasretti. Kardeşlerinin Yusuf’ u kuyuya attığını bilemeyecekti. Kurt yalanına ister istemez inanacaktı çünkü kendi de bununla ilgili rüya görmüştü. Hz. Yakup Efendimiz için sebepler veriliyor, inanmasının yolu açılıyordu böylece. Diğer çocukları yanındaydı, her gün teselli de etmeye çalışıyorlardı ama yetemiyorlardı. Çocuklarinin her biri diğerinden başkaydı. Yusuf ise bambaşkaydı. Yerinin dolmamasını sağlayan da buydu aslında. Onun için anlam ifade eden, hayatını anlamlı hale getiren, şefkat dengelerini değiştiren birinin yerine kim konulabilirdi? O boşluğu nasıl olur da kapatabilirdi? Kazanmışlıklar, unutturmuşluklar geçici olarak insanın hüznüne etki edebilir ama bir Yusuf olunmaz, olunamazdı.Aynısından bir tane daha yoktu çünkü. Bir eşya değildi kaybolunca yerine konulabilsin, eskisinin yerini alabilsin, evlat sevgisinin acısını azaltabilsindi.

Yusuf babasından habersiz Mısır’ da her geçen gün sözü dinlenen, sevilen, sayılan ve yükselen bir adam olarak ilerliyordu. Tüm bu olanlar ise Yusuf’ un babasına olan sevgisini ve özlemini ötelemiyordu. Onun istediği yalnızca babasını görmek ve ona kavuşmaktı. Ama vakit bu vakit değildi ve epey bir süre daha o zaman gelmeyecekti. Düşüşleri de olacaktı ama. Kuyu ile başlayan düşüş hapis ile devam edecekti, hem de uzun bir süre. Dili isyanda değildi, hiçbir zaman da olmadı, niyazını ise hiçbir zaman bırakmadı. Kuyudan çıktığı gibi oradan da çıkacaktı elbet, zamanını beklemeliydi. Bekledi de. Hapiste rüyasını yorumladığı adamın Firavun’ a bu durumu anlatmasını istemesini ve adamın bunu unutmasını da ekledi hapiste geçen sürelerine. Çıkmak için bir sebepti belki de ama Yusuf’ un sebebi henüz gelmemişti, farkında olmadığı buydu. Bunun üzerinden yedi yıl geçtikten sonra Firavun’ a anlatmak adamın aklına gelecekti. Böylece Yusuf’ un çıkış yolu açılacaktı. Hapisten çıkış yolu değildi bu yalnızca, hayat yolundaki çıkışı da başlayacaktı. İşaretler bir bir gerçekleşiyordu artık. Firavun’ un rüyasındaki yedi zayıf inek ve yedi şişman ineği yorumlaması, kıtlık ve bolluğu öngörmesi onun değerine değer katacaktı. Bu süreci yönetmesini de sağlayacaktı. Bolluktan sonra gelen kıtlık zamanların da kardeşlerinin Yusuf’ a gelmesini de sağlayacaktı. Sağladı da. Yusuf’ un onları tanımasına rağmen, onlar Yusuf’ u tanımamışlardı. Çok güzel bir fırsattı bu Hz. Yusuf için. Babası için bunu değerlendirmeliydi. Babasından kopmasını sağlayan kardeşleriydi, ulaşmalarını sağlayan yine onlar olacaktı. Hikmet de bu değil miydi?

Kardeşleri buğday ihtiyacını karşılamak için gelmişlerdi. İhtiyaçlarını gidermişti Yusuf ama şimdilik. Bir daha ki sefere kardeşi Bünyamin ve babalarının da gelmesi gerektiğini yoksa buğdayı alamayacaklarını açık açık söylemişti onlara. Kardeşleri ise hala Yusuf’ u tanıyamamışlardı bile. Evlerine varmıştı kardeşleri ve durumu babalarına anlattıklarında babaları Bünyamin’ n gitmesine karşı çıkmıştı. Yusuf’ unu kaybetmişti, Bünyamin’ e de aynısının olmasından korkuyordu, endişeliydi. Bünyamin’ e bir şey olmaması ve sağ salim gelmesi üzerine oğullarının her birinden söz almıştı. Yola koyuldular ve Mısır’ a vardılar. Yusuf ilk fırsatta kendini Bünyamin’ e tanıtacaktı ama diğer kardeşlerinin durumdan haberdar olmasını istemeyecekti. Bu konuşmadan hemen sonra Yusuf babasını sormuştu Bünyamin’ e. O nasıl? Hadi anlat bana. Sözünü bitiremeden gözünden akan yaşlar çoktan yere düşmüştü. Yer sarsılıyor gibiydi, onca özlem, olağanca sevgi… Daha çocukken babasından ayırmışlardı onu, nasıl sarsılmasındı yer? Yürek sarsılmıştı, akıl ve ruh da öyle. Özlemin verdiği vuslat sarmıştı her bir yanını. Bünyamin anlatmaya başladıkça kendine geliyor, sanki canına can gidiyordu Yusuf’ un. Babasının yıllar süren hasretini Bünyamin’ e sarılarak gidermek istemişti, sımsıkı sarıldı ona. Bırakmak istemedi, onu bırakanlar gibi olmayı ise hiç bir zaman istemedi. Düşündü Yusuf, bir şekilde Bünyamin’ i yanında tutmalıydı. Nasıl olur, nasıl yapabilirim diyerek iç geçirdi. Aklına bir fikir gelmişti. Hemen uygulamalıydı. Bünyamin’ in Mısır’ dan kervanı çıkmak üzereydi. Yusuf ise çoktan harekete geçmişti. Bünyamin’ e yanımda kalacaksın demiş ama başka da bir şey söylememişti. Saray muhafızları gitmekte olan kervana yetişmiş ve kervanı durdurmuşlardı. Saraydan bir ürünün çalındığını düşünüyoruz, aranacaksınız dediler. Kervandan sesler yükselmeye başlamıştı. Nasıl olur? Kim cesaret edebilir böyle bir şeye? Bizden biri asla bunu yapmaz ve daha bir çok söz söylemişlerdi. Muhafızlar ise aramak da ısrarlıydı. Bir kaseydi aradıkları ve Bünyamin’ in kesesinde bulmuşlardı da. Kardeşleri böyle bir durumda hırsızlık yapan kişinin köle olarak alınabileceğini, malın ait olduğu kişiye belli bir süre verilmesi gerektiğini biliyorlardı. Kabul etmekten başka çareleri kalmamıştı. Peki ya babalarına ne diyeceklerdi? Söz vermişlerdi. Her biri endişe, panik ve korkuya kapılmışlardı. Ne yapacaklarını bilemediler. Bir kaç kardeşinin Bünyamin’ in yanında kalmasına karar verdiler. Yusuf’ tan sonra babaları nasıl dayanacaktı, bu haberi nasıl vereceklerdi babalarına?

Hz. Yakup haberi almış ve kederi iyice artmıştı. Yusuf’ undan sonra en büyük dayanağı Bünyamin. Yusuf’ unun yerini doldurmaya çalıştığı Bünyamin. Bir baba iki acı. Hz. Yakup Bünyamin’i alın getirin, sözünüze sadık kalın der ve oğullarını huzurundan gönderir. Mısır sarayına varan kardeşlerine ise Yusuf kendini tanıtır. Kardeşleri ne diyeceğini bilemez Yusuf’ a. Gerçeğin başladığı yer, sözün önemini yitirdiği yerdir çünkü. Susmak bilmemin, acının en vahim haliydi. Dilin bildiğini bedenin hissetmesi, buz kesmesiydi. Tüm bu yaşananlarda bile Yusuf affetmeyi bildi kardeşlerini. Babasına kavuşmak, onu görmekti tek istediği. Babasının şefkati, örtü gibi serilmişti acılarının üzerine. Babasının ise özlemden yüreği açıldıkça, gözleri kapanmıştı, göremez olmuştu. Yusuf ise babasına kanlı gömleğini gönderecek ve gözlerinin açılmasına vesile olacaktı. Babası gömleği koklayınca hasret rüzgarı esecek ve yüreğine su serpecekti. Tüm uzuvları hissedecekti o kokuyu, Yusuf’ unun kokusuydu çünkü o. Yılların özlemini gideren bir koku mu olacaktı sahiden? Neden olmasındı? O kadar olan şeyin içinde sevdiğinin, özlemini çektiğin evladının kokusu. Acılarının kaynağı, üzüntülerinin dayanağı, ona olan şefkatinin bir armağanı değil miydi bu? Öyleydi.

Büyük buluşma, Hz. Yakup ile Hz. Yusuf’ un kavuşma anı. İki büyük yüreğin birbirini görmesi, Yusuf’ un çocukluğunu, babasının ise onu kurdun yediği anını hatırlaması. Evindeki zamanları anmaları, akıllarından o kadar çok şey geçiyordu ki. Vücutları buluşmamıştı henüz ama düşünceleri buluşuyorlardı. Birbirlerini hatırlatan şeyler akıllarına geldikçe, göz yaşla doluyor ve etraf bulanıklaşıyordu. Kalp ise durgundu, en berrak halini alıyordu. Nasıl almasındı ? Şefkat aşkın büyüğüydü. Babanın oğluna, can parçasına kavuşması, kokusuna doyması, onu yanında bulması ve sarılabilmesi, en önemlisi de artık yaşadığını bilmesiydi. Gözleri semada, elleri ise Hz. Yusuf da idi. Cennet kokunu bir kez daha duyabildim Yusuf’ um.Bende babam, bende. Etraftakiler de bu baba-oğul buluşmasından nasiplenmişlerdi. Sevgi seli onları da içine almıştı. İliklerine kadar hissetmelerini sağlayan ise şefkatin tam olarak kendisiydi.