TEPKİSİZLİĞİN VAHŞETİ!

21 Nisan 2020 12 Yazar: ufukcamci

Akşam yemeği vaktiydi. Herkes sofrada hazır bulunurdu. Çok katıydı babası. Ben oturmadan herkes sofrada olacak derdi. Minik Ahmet çok korkardı babasından. Bir keresinde onu çok dövmüştü, böyle anlatıyordu arkadaşlarına. Küçücüktü ama yaşadığının ne olduğunu bilirdi. Tüyleri diken diken olurdu anlatırken. Yine vuracak mı acaba diye içi ürperirdi. O yüzden sofraya ilk o otururdu.

Kalabalık bir aileydi Ahmet’ in ailesi. Altı kardeştiler. Büyük nenesi ve dedesi de onlarla yaşardı aynı evde. Nenesinin içi giderdi Minik Ahmet’ i görünce. Ne de olsa babasının onu dövüşüne o da şahit olmuştu. Elimden gelen bir şey yok diye hayıflanırdı, hatırladıkça o anı. Minik Ahmet’ in babası bir keresinde annesine, sen sus karışma bana. İstediğimi yaparım diye çıkışmıştı. Bir şey diyememişti annesi. İçinden ona çıkışmak geçiyordu ama gücünün yetmeyeceğini biliyordu oğluna. Sustu, uzandı yatağına. Yanağından yaşlar süzülüyordu yastığına. Dede o sıra evde yoktu, kahveye gitmişti. Olan biteni bilmemeli diye iç geçirdi, anlatmayacaktı. Minik Ahmet’ e de tembihledi. Anlatma yavrum, babanın bana ettiğini diyebildi. Minik Ahmet bu ailede çok şeye şahit olmuştu ve yenilerine de olmaya devam ediyordu. Kardeşlerinin ise her biri ayrı telden çalardı. Sezen yemekten sorumluydu, annesine yardım ederdi. Cemal can alış veriş yapardı ayrıca çöpleri toplamak ve atmak da ona aitti. Yıldız ise bulaşıklardan sorumluydu. Sabaha kalmamalıydı hiçbir zaman bu katı kuralı bilirdi, olanca yaşına rağmen. Hande temizlik, süpürge işlerini yapardı. En büyükleri ise Harun’ du. Harun okulu okuyamamıştı. Kendini bildi bileli ustasının çırağıydı, çok ezmişti ustası onu. Çok da sevmişti aynı zamanda. Sevmesinin kaynağı ise onu her ezmeye çalıştığında daha güçlü bir Harun görüyor olmasıydı. Bir seferinde onun yerinde ben olsaydım ne yapardım diye düşünü. İşte bu düşünceden sonra Harun’ u daha bir sahiplendi. Sevmesi gerektiğini anladı, bir ailesinin de artık o olduğunu anlattı ona. Daha önce hiç yapmamıştı ustası ona böyle şeyler. Aslında kimse yapmamıştı. Şaşkındı, şoktaydı. Günlerce üzerinden atamadı bu değişimi ve sevilebileceğini düşünme etkisini. Ailesinin haricinde birinin bunu yapması mutlu etmişti onu. Kimseye anlatmadı bunları ama hep kendi içinde yaşadı. Sadece kendi bildi. Bir keresinde Minik Ahmet’ e anlatmak istedi. Kıyamadı. Acılarını, ezilmişliklerini bilsin istemedi. Seni babamdan kurtaracağım dedi. Sevinmişti yavrucak. Sımsıkı sarıldı Harun abisine. Aralarındaki bağ çok kuvvetliydi, Harun abisini her gördüğünde çok mutlu olurdu. Evde Minik Ahmet ile en çok o ilgilenirdi, sevdiği şeyleri alırdı ve en çok o sarılırdı.

Pazartesi sabahı Minik Ahmet erkenden uyanmıştı. Harun abisi evden çıkmıştı, işe gidiyordu erken saatte. Pencereye koştu hemen onu izledi. O kadar uzun baktı ki tüm cam buğulanmıştı. Ve Harun abisi gözden kaybolmuştu. Ardından köşesine çekildi Minik Ahmet. Anne diye seslendi, sesini duyan olmadı. Annesi bakkala ekmek almaya gitmişti. Olsaydı da fark etmezdi. Minik Ahmet’ e ayıracak vakti yoktu. Yetmiş metre kare evin içindeydi belki ama bitmek bilmiyordu ev işleri. Yemek yapmaktan, sofrayı hazırlamaktan acaba sofraya başka ne koysam diye düşünmekten sofraya oturamazdı. Herkesin yemeği bitmeye yakınken oturabilirdi ancak. Doymak için hiçbir zaman oturmazdı sofraya, yalnızca açlığını bastırmak içindi oturuşu. Beş dakika geçmeden de kalkardı. Minik Ahmet anlam veremezdi annesine. Onun tek bildiği ve istediği vardı. Hep beraber oturabilmek sofraya, en büyük mutluluğu buydu. Kimse bilmiyordu bunu ondan başka.

Ertesi gün olmuştu. Minik Ahmet’ in canı gofret istemişti. Harun abisi işteydi. Diğer kardeşlerine söyledi, kimse dikkate almadı onu. Git başımdan Ahmet diyordu her biri. Cebinde parası yoktu kardeşlerinin de. Kıt kanaat geçiniyorlardı zaten. Onlar için gofret lükstü. Vazgeçmedi Ahmet istemekten. Babası o gün işe gitmemişti, odasında uyuyordu. Uyuyamıyordu daha doğrusu. Patronu onu işten atmıştı, canı çok sıkılmıştı bu duruma. Parasız ne yapacaktı? Kendine bu soruyu sürekli soruyordu. Cebi parasız kalınca huzuru olmazdı, çok sinirli olurdu. Sağa sola çatardı. Derken Minik Ahmet’ in gofret istediğini işitti. Yatağından fırladı birden. Ne istiyorsun bir daha söyle dedi. Bu son cümleleriydi başka bir şey demedi. Minik Ahmet’ e vurmaya başlamıştı. Gofret ha! Al sana gofret diyerek vurmaya devam etti. Aslında her vuruşunda kaybetti kendini. Devam etti, hiç durmadan. Minik Ahmet’ in gözleri kapalıydı. Nasıl açık olsundu ki? Çok canı yanmıştı, çok hemde. Yediği dayağa mı yansındı, kimsenin onu babasının elinden almamasına mı? Yoksa çığlıklarını duyduğu halde sokağın tepkisizliğine mi? Onu kurtaracak bir tek insan yoktu.

Minik Ahmet’ i sokağında yaşayan herkes tanırdı. Yüzünde ve vücudunda morluklar olurdu. Babası onu döverken hiç acımazdı. Bağırışlarını tüm mahalle duyardı, ortalık inlerdi çığlık sesleriyle. Sokağın sesi ise çıkmazdı. Herkes üzülürdü, tüm yaptıkları buydu aslında. Elden ne gelir ki diyordu herkes, kapalı kapıların ardında. Küçük bir çocuğu bir çok büyük kurtaramıyordu.

Üç hafta geçmişti son dayak yemesinin üzerinden. Vücudundaki ağrılar şiddetlenmişti. Babası sön dövdüğünde çok canı yanmıştı. Onu duvara fırlatmıştı. Kemiğinin kırıldığını herkes anlamıştı, bir tek o anlamıyordu. Acıyor diyordu, ağlayarak. Çok acıyor hemde. Harun çok kızmıştı babasına. Çok öfkeliydi, zor tutuyordu kendini. Dayanamıyordu Minik Ahmet’in haline, içi parçalanıyordu ona. Tarifsiz bir hüzün ve umutsuzluk hissediyordu. Sevgisi ise daha çok artıyordu, sahiplenmesi de öyle. Olmadı ama olamadı. Minik Ahmet yataktan kalkamaz olmuştu. Beti benzi solmuştu, yemeğini yiyemez olmuştu. İçeceği suyun bardağını tutamaz haldeydi. Babası oralı bile olmamıştı bu durumuna. Minik Ahmet ise hala onu düşünüyordu. Bana neden bunu yapıyor? Ne yaptım ki ona? Her şeyi o yapıyordu bana. Ben susuyordum herkes sus dediği için ama diğer insanlar neden susuyordu dedi içinden. Son sözleriydi bu. Gözlerini yumdu ve acıları son buldu. En azından o öyle zannediyordu. Aslında tüm olan biten tepkisizliğin vahşetiydi. Onun haricindeki herkes biliyordu bunu. O ise hiçbir zaman öğrenemeyecekti.